Reklamı Geç
YAZARLAR
MUHATABININ YÜREĞİNE DEĞMEYEN DOĞRU
Hasan TOSUN
22 Aralık 2025 - Pazartesi 10:08
86 defa okunmuş.

Aynı hakîkat, iki ayrı ağızdan çıktığında kader değiştirir.  

Çünkü söz yalnızca anlam taşımaz; zaman taşır, niyet taşır, muhatabın yüreğine değdiği yeri taşır.  

Hakîkat çıplaktır; fakat hakîkatın çıplaklığı teşhir değildir. 

 Kimi bakışta utanç, kimi bakışta uyanış olur.  

Bu satırlar, bilginin değil; söylenişin, doğruluğun değil; duyuluşun, ilmin değil; insanla temas kurma sanatının anlatısıdır. 

Zamanın birinde bir talebe vardı.  

Kitaplarla büyümüş, satır aralarında nefes almıştı.  

Hükümleri bilirdi, delilleri ezberdi; zihni hızlı, kalbi aceleydi.  

Hocası ona “İlim-i siyaseti" öğreteyim demişti.  

O, siyaseti kirli bir ses sanıp kulağını tıkamıştı.  

Oysa hoca, kelimenin edebini, hakîkatın omuzlara bindirilmeden nasıl taşınacağını anlatıyordu.  

Talebe anlamamıştı; çünkü anlamak için önce dinlemek gerekirdi.  

Yola çıktı.  

Bir toplantı vakti, bir topluluk… Yanlış vardı, apaçık.  

Talebe, doğruluk ateşiyle ayağa kalktı.  

Sözleri doğruydu ama tonu sertti.  

Hakikat bir kılıç gibi savruldu.  

Kılıçla söylenen doğru, kulağa değil; gurura çarpardı.  

Gurur yaralandığında akıl geri çekilirdi.  

Kalabalıklar çoğu zaman anlamı değil, sesi ölçerdi.  

Tepki büyüdü; çünkü ses yüksekti.  

Hakîkat yine yerinde durdu, insan örselendi. 

Talebe geri döndü.  

Bu kez kitap değil, insan okudu. 

 Dinledikçe anladı: Bir sözün ağırlığı sesinden değil, taşıdığı niyetten gelir.

 İlim-i siyaseti öğrendi.  

Sözü kişiye göre tartmayı, hakîkatı incitmeden göstermeyi, insanın yanlışta çoğu zaman bilgiyle değil, aidiyetle durduğunu kavradı.  

Çünkü insan yanlışı değil; kendini savunurdu.  Yıllar geçti. 

 Aynı durumu bu kez okul koridorlarında yaşadı.  Öğrenciydi; defteri dolu, dili hızlıydı. 

Yanlış çözülen sorularda ayağa kalkar, öğretmeninin sözünü keserdi. 

 Doğruyu erken söylemenin erdem olduğuna inanırdı.  

Cevaplar kusursuz, sınıf soğuktu.  

Bilgi tahtada kaldı, ilişkiler dağıldı.  

Orada anladı: Okul yalnızca bilgi aktarılan yer değildir; insanın incinip incinmediğinin ölçüldüğü bir alandır. 

Sonra roller değişti.  

Aynı sıralara bu kez karşıdan baktı. 

 Bingöl’de eski bir okul binasında ders anlattı.  

Taş duvarlar, söylenmiş ve söylenememiş cümlelerin gölgesini taşıyordu.  

O duvarlar şunu öğretti: Zihin mantıkla açılır; fakat kalp kapanırsa kapı kilitlenirdi.  

Yanlışa nasıl dokunduğun, doğruyu nasıl sunduğundan daha belirleyicidir. 

Önce sustu.  

Dinledi.  

Sınıfta bakışların yönünü, defter kenarındaki karalamaları, sorudan kaçan yüzleri izledi.  

Anladı ki öğrenci yanlışta ısrar etmiyor; anlaşılmadığını hissediyordu.  

Otorite yükseldikçe kimlik savunmaya geçiyordu.  

Bilgi çatışmıyor, benlikler karşı karşıya geliyordu. 

Dili ayarladı.  

Tonu düşürdü. 

 Doğruyu saklamadı; fakat yolunu uzattı.  

Yanlışı düzeltti, sahibini korudu.  

Tahtaya değil, simalara baktı. 

 O an sınıfta bir hareket başladı.  

Sorular geldi, defterler açıldı.  

Bilgi kendine yer buldu.  

Çünkü hakîkatın ışığı göze tutulmamıştı; çeperine tutulmuştu. 

Bugün medrese yerini ekrana, topluluk yerini dijital alanlara bıraktı.  

Değişen pek az şey var.  İnsan hâlâ doğruyu değil, kendisini incitmeyeni dinliyor. 

 En haklı cümle sert sunulduğunda direnç üretir; en eksik fikir özenle söylendiğinde kabul görürdü.  

Eğitim de iletişim de aynı yerden kırılıyor: Haklı olmaya odaklanıp anlaşılmayı unutuyordu.  

Oysa iletişim bir kas gibidir; zorlandıkça değil, ayarında kullanıldıkça güçlenir.  

Yanlış dozda zehir, doğru dozda şifa olur.  

Empati, bu ilmin yüreğidir.  

Karşındakinin neden yanlışta durduğunu anlamadan onu doğruda tutamazsın.  

Çünkü insan, inandığını kaybettiğinde kendini kaybedeceğini sanır. 

Talebenin, öğrencinin, öğretmenin öğrendiği ders aynıdır: Hakîkat bir ışıktır.  

Göze tutulursa kör eder. 

Çeperine tutulursa yol gösterir. 

Söz, sert olduğunda duvara çarpar; yumuşak olduğunda yüreğine sızar. 

Bazen durmak, konuşmaktan daha öğreticidir; çünkü insan ancak incinmediği yerde öğrenir. 

Bugün sınıfa girerken, kürsüye çıkarken, ekrana yazı yazarken önce kendimize seslenmeliyiz: "Haklı olmayı değil, faydalı olmayı seç." 

Çünkü bazen bir cümle toplumu uyandırır; bazen aynı cümle, aynı toplumu taşlamaya sürükler.  

Nihayetinde mesele şudur: Hakîkat, kimin dilinden, ne zaman ve nasıl çıktığını asla unutmaz.

Adınız
Yorumunuz
Hiç yorum yapılmamış.

Diğer Yazıları

BİR HAMLEDE BÜYÜMEK
355
BİR ÖĞRETMENİN AYAK İZİ O ÜLKENİN GELECEĞİDİR
840
AYDIN'IN ŞAFAĞI
536
BİNGÖL OVASI'NDA YÜKSELEN IŞIK
602
DOĞAYLA YENİDEN KONUŞMAK
650
O’NUN YANLIZLIĞI
722
ŞELALENİN DÜŞÜŞÜ KADAR GÜR, GÖYNÜK SUYU KADAR DERİN
612
GÖLÜN AYNASINDA ZAMAN
578
GÖLGE NE KADAR UZUNSA, IŞIK HEP GEÇ KALIR
693
SESİMİ DUYAN VAR MI?
554
KİĞI'NIN KADERİNE DOKUNAN HİKMETLİ EL
664
Bingöl ve 7 Kardeşi
725
Ali ATAMIŞ'IN ARDINDAN - SESSİZCE GİDEN BİR IŞIK
885
TEMİZ SUYA ERİŞİM, İNSAN OLMANIN ASGARİ ŞARTIDIR
644
VİCDAN ve MERHAMET HERKESE NASİP OLMAZ
681
Aynalara Bakalım
797
SEÇİLMEK BİR ÇOĞUMUZUN YÜREĞİNDE BİR UKDE OLARAK KALDI
864
ÇOK UZAKTA ÇOK YAKINSIN
800
MUHTAR, MAHALLENİN GÖREN GÖZÜ, DUYAN KULAĞI, KONUŞAN SESİDİR.
2236
VASİYETNAME - ÖĞÜT -
1982
YEĞLEMEK
1901
GERÇEK İYİLİK , YARDIM EDİLENİ MİNNET ALTINDA BIRAKMAYAN İYİLİKTİR.
7625
UNUTMUŞTUK SİZLERİ, BİZLERİ BIRAKIP GİTTİĞİNİZİ
3889
BİNGÖL GELECEK NESİLE BORCUNU ÖDEMEKLE MÜKELLEFTİR.
4429
AYNI YERDE DURUYORUZ UNUTMA,HATIRLA.
5057
MEBUS OLMAK İSTİYORUM.
5099
YÖNETİŞİM
4383
KIRILAN YÜREĞİMİZİN ve BENLİĞİMİZİN FAYLARI AYNI ZAMANDA.
5242
TEMİZ BİNGÖL BİZİM ELLERİMİZDE
10284
BİNGÖL'DE SATRANÇ
7754
SÖZÜN DEĞERİ
7298
BİR GÖÇ DAHA NOKTASI (.) OLMAYAN "ÇOK UZAKTA ÇOK YAKINSIN"
7298
KARER YAYLASI
7915
KARA MAHMUT
7839
KİĞI'YA DAİR
8218
AYNI YERDE DURUYORUZ
8037
A KUŞAĞI
8164
Çapakçur' dan Bingöl 'e
9306
BİZİ YÖNETENLER VE ÇALIŞANLARA DAİR
12285
SEVGİLİ KIZIM DOĞA SU
12092