|
|||
![]() |
Masanın Ötesi ve Berisi Ya da Sosyolojimizin Metafiziği | ||
Yusuf ALİOĞLU | |||
Mutaffifin suresinin ilk ayetini, ‘Vay haline ölçüyü eksik tutanların’ şeklinde meallendirir Muhammed Esed.
Devam eden iki ayette de şu mealleri okuyoruz: ‘onlar, [öteki] insanlardan haklarını eksiksiz isterler; ama borçlarını ölçüp tartmaya gelince, onu azaltmaya çalışırlar.’
Surenin ilk üç ayetini yorumlarken ise şu notu düşer Avusturya’lı mühtedi müfessir: ‘Bu pasaj (1-3. ayetler), elbette yalnız ticarî muamelelere işaret etmeyip, her kişinin maddî mal-varlığı ile ilgili haklarını ve sorumluluklarını kapsayan hem pratik hem de ahlakî her türlü sosyal ilişki türüne temas etmektedir.’(Kur'an Mesajı, İşaret Yay.)
Bu yaklaşımı ziyadesiyle önemsiyorum.
Toplumun uzmanlık adı altında farklı meslek gruplarına ayrıldığı ve bu mesleklerde ilerlemeyi ve yükselmeyi ifade eden ‘kariyerizm’ olgusunun nihai bir gerçeklik misali her gelişmenin röper cümlesi olduğu bir zamanda bu yorum hakikaten önemli.
Bilginin aydınlattığı zamanlarda vicdan sahiplerinin seslendirdiği bir tespit vardı: “Bireyin ve toplumun menfaati ve yapılan işin bağımsız karakterine saygı adına hangi meslek üzere bir mesaimiz varsa bunu en güzel şekilde ifa etmeliyiz.”
Öğretmen, gazeteci, mühendis, kaporta ustası ya da overlokçu olabiliriz. Önemli olan işin doğasından bağımsız bir alan yaratmadan kendi mecrasında üretken olabilmek, mesleğin doğasından öğrendiklerimizi mesleğin doğasına katkıya dönüştürüp yarınlara akan simbiyotik bir süreç yaratmaktır.
Bu hikmetli duruş içe dönük ilişkilerde vukuf, dışa dönük ilişkilerde ise tevazu geliştirecektir.
Aynı şekilde içe dönük tecrübelerinde dikey büyümeyi ve takdir edilmeyi, dışa dönük süreçlerde ise yatay seyri ve takdir etmeyi getirecektir.
Bu dayanışmacı, paylaşımcı, organik süreçler de bireysel ve toplumsal barışı ve huzuru tesis edecektir.
Yeteneklerinin sınırlarını bilen ve tezgahındaki üründen gayrısına bilgiçlik taslamayan bilge insanların, sanatkarların, zanaatkarların buluştuğu bir zaman ve mekanda iyilikten başka ne hasıl olabilir ki.
Ancak yaşadığımız zamanların ruhuna çalınan geleneksel ve modern tandanslı kötülük mayaları farklı meşguliyetlere rağmen ortak davranış ve tepkiler geliştirebiliyor.
Alış verişe konu ürünü alırken olabildiğince basitleştirerek reel değerinden düşük bir rakama almaya çalışan bu akıl, aynı ürünü bir başkasına satarken reklam ve pazarlama tekniklerini şeytanca kullanarak olabilecek en yüksek değere satmaya çalışır.
Esed’in dediği gibi bu hal salt ticari bir zaaf olmanın ötesinde her alana sirayet etmiş ve ahlak, adalet, merhamet gibi duyguları bitirmiş bir tükenmişlik halidir.
Bu tükenmişliğin farklı resimlerine baktığımızda;
Masanın ötesinde iken olabildiğince mıhafazakar, statükocu, mevzuatçı olan birey, masanın bu yanına geçtiğinde değişime açık, yorumlama yeteneği gelişmiş, metnin lafzından çok ruhunu önemseyen, adalet üzere ef’al ve ahval üretmeye çalışan bireye dönüşebilmektedir.
Dün bir takım siyasalar adına bir toplumsal kesimi dışlayanlar bugün farklı siyasalar adına o toplumsal kesimi kucaklayabilmektedir.
Dün aşırılıklara prim vermeyen, makulü seslendiren, köşeli cümleler yerine mutedil yürüyüşleri tercih eden, çoğulcu ve çok sesli duruşlar geliştiren, esnek ve pragmatik duruş sergileyen bir homo politicus, transfer olduğu yeni siyasal zeminde militan söylemler, dışlayıcı ifadeler, kavgacı duruşlar sergileyebilmektedir.
Dün geleneklere önem veren, toplumsal değerleri yücelten, devletin ekonomi dünyasına müdahalesini eleştiren, hukukun üstünlüğünü ve eşitliği savunan, bu kapsamda ayrımcılığı ve imtiyaz kültürünü eleştiren, siyasal tutumların hukuki güvencede olmasını önceleyen dünya görüşü, bugün buluştuğu yeni siyaset aleminde sağduyudan uzaklaşarak önceliklerinin farklı konular olduğunu söyleyebilen amansız bir amigoya dönüşebilmektedir.
Dün hayat pahalılığı, yargının siyasallaşması, liyakatsizlik, verimsizlik, kurumsal kapasitesizlik, tenkit kültürüne kapalılık diyerek blok halinde muhalefet yapan bir aklın bugün ‘pahalılık yok, tarihimizin en müreffeh günlerini yaşıyoruz, tüm kurumlar tam kapasite çalışıyor, ağzı olan konuşuyor’ diyerek aksi istikamette tam gaz seyir etmesi ilginç değil mi?
Dün gelir dağılımındaki dengesizlik, Kürt sorunu, eğitimdeki bir ileri iki geri halleri, yargının kuşatılması, dış politikadaki tutarsızlıklar, atamalardaki liyakatsizlik ve ehliyetsizlik ile kamudaki yolsuzluk örnekleri, toplumdaki vizyonsuzluk, yozlaşma ve popülizm yoğun süreçler ile kötü şehirleşme misallerini yazılarından, sohbetlerinden, grup toplantılarından eksik etmeyenler bugün üç maymunu oynayarak görmedim, işitmedim bilmiyorum sahillerine savrulabiliyorlar.
Aynı bedenden farklı ölçülerde elbise çıkarmak kadar ilginç bir yetenek bu.
Hesabına gelir ‘köylü milletin efendisidir’ der, hesabına gelir ‘köylüleri neden öldürmeliyiz’ diye şiirler yazar.
Bir futbol takımında top koşturan sporcunun ‘en büyük taraftar bizim taraftar’ derken başka bir takıma transfer olduğunda aynı yüceltme ifadelerini yeni kulübün taraftarına yöneltmesi de aynı şaşkın, aymaz, tacir kafanın ürünüdür.
Evini taşıdığı her yeni mahalle ve sokağa şehrin en güzel, en cazip, en fazla tercih edilen mekanı tanımlaması yapanlar da biraz böyle değil midir?
Ulaştığı her bilgi kümesinden sonra ‘hakikat budur, ötesi yoktur’ genellemesi yapan bir okuyucunun yeni bilgi ve düşünce uğraklarındaki tevazudan mahrum duruşları ve u dönüşleri de bu kabilden kendini merkeze alan birer savrulma, istikametsizlik, köksüzlük örnekleridir.
İhtiyacınız olan bir araç alıyorsunuz. Muhatabınızın kurduğu cümlelere dikkat edin: ‘Efendim, kendi segmentinin en fazla tercih edilen modeli bu. Sürüş keyfi bir başka. Aracın yol tutuşuna hayran kalacaksınız. Yakıtı tasarruflu. Özellikle de bu renk yok satıyor İstediğiniz an elden çıkarabileceğiniz piyasası var.’
Rolleri değişelim şimdi. Aynı muhatabınıza farklı bir sebepten dolayı aynı aracı satıyorsunuz: ‘Efendim, bu segmentin en az tercih edilen modeli bu. Yakıt konusu ciddi problem. Depolarda bu seriden mebzul miktarda araç var. Satış süreçleri sıkıntılı. Özellikle de bu renk şimdilerde hiç mi hiç tercih edilmiyor.’
Evet, ayette geçen aklı, ahlakı ve vicdanı fesada uğramış bireyin kompozisyonu bu.
Hayatın anlamını ‘meta kazanmaya, kurtlaşarak hemcinsini yok etmeye ve iktidar için her araca başvurmayı mübah görmeye’ indirgemiş bu akıl operasyonel yeteneği ile kendisini eşyanın değerini belirleyen bir tanrıya dönüştürüyor.
Çelişkiler yumağı bu davranışın ardında iki faktör olabilir:
1- Bu bakış eşyanın çok boyutluluğunu teke indiren, bilgi ve bilgelikten uzak, otoriter, faşizan bir bakıştır. Neye ve niçin iman etiğini bilmeyen bu bakışın hakikati gözleyen gözü, merhameti imleyen kalbi ve adaleti dinleyen kulağı yoktur. Kendi bakışı dışındaki bakışları inkar eden ve merkeze kendisini oturtan bu davranış insanın kadim imtihanıdır.
2- Zygmunt Bauman’ın ‘Akışkan Hayat’ kavramsallaştırmasını hatırlatan civa misali bir olgu ile karşı karşıyayız. Hayatın her anına, her mekanına, her lezzetine yetişmeye çalışan bireyin hız metaforu etrafında şekillenen ve aslında özgün bir şekli olmayan yeni hayat felsefesinin hal-i pür melalidir bütün bunlar. Süreli bir yaşam hakkına sahip olduğunu unutan insanın süresiz hesaplar istatistiğinde savrulup durmasının ve aslında bir ‘hiç’ üzere olmasının fotoğrafıdır bunlar.
Özetlersek; insanın hızlıca konum değiştirmelerini, hakikat kümeleri ile kurulmuş diyaloglardaki muğlaklık ve aidiyet duygusu eksikliği/zayıflığı ile yaşadığı zamanın ruh gözeneklerinde büyüyen değerlerin bizatihi tanımlayıcı adresi/iktidarı olma düşüncesi belirlemeye devam ediyor. |
|||
Etiketler: Masanın, Ötesi, ve, Berisi, Ya, da, Sosyolojimizin, Metafiziği, |
|