Yusuf ALİOĞLU “Şehir’dir adım; kimlik alır, kimlik veririm.”
Yazı Detayı
06 Mayıs 2021 - Perşembe 09:58 Bu yazı 4470 kez okundu
 
“Şehir’dir adım; kimlik alır, kimlik veririm.”
Yusuf ALİOĞLU
 
 

Başını kaldırdı ve masmavi göğün derinliklerine açılan kapıdan içeri süzüldü. İçindeki endişeyi kendinden saklamadı. Sağından ve solundan akan renk nehirlerinde yüzen masmavi harflere baktı. Köpükten duvarlar ve kelebek kanatlarından tavanlar ile billur avizelerde kırılan nazenin cennetinden bir tutam aldı. Meleklere dokunurcasına yaklaştığı ve kana kana ciğerlerine çektiği gerçekten gök mavisi miydi? Arzın göğsünü yaran ve dağını tepesini traşlayan parselciler mavinin genetiğine de bir yol bulup sokulmuşlar mıydı?

 

 

Dudaklarındaki melül ıslığa Mahzuni Şerif’ten ‘Böyle parsel parsel  bölünmüş dünya, Bir dikili taştan gayrı nem kaldı’ notalarını yükleyerek sıvası dökülmüş, Genç tuğlasından duvarları haylaz çocuklar misali sırıtan binanın köşesinden sokağı döndü.

 

Aldous Huxley’i hatırlayarak, ‘Cesur Yeni Dünya’ dedikleri bu muydu diye iç geçirdi. Rangarenk ışıklı levhalar, yağlı boya tabelalar, kocaman camlardan sahte ışıklarla vitrinler, cıvık cıvık renkler, birbirine karışmış sesler, trafik uğultusu, tıkış tıkış cafeler, çatılar, antenler, sosyal medya müdavimleri, mağlup ordular gibi geri çekilen yeşil alanlar, cep telefonlarında kimlik bulan kalabalıklar…

 

‘Her gün aynı renk ve aynı ses curcunasını yaşamaktan beyni sulanan insan, şehrin hangi çizgilerini taşıyacaktı yarınlara’ dedi arza her temas ettiğinde.

 

Omuz omuza esnafı, mütebessim zanaatkarı, amelesi, ırgatı, talebesi, muallimi, yaşlısı ve çocukları ile neredeydi bu şehir? Fast foodlara yumulmuş, paket servislere kulak kabartmış, temassız ödemelerle çağ atlamış, gözü kapalı, kalbi kapalı, bulvarlarda amaçsızca yürüyordu şehir.

 

Durdu bir an. Akılcılıktan gerçekçiliğe uzanan gerilim hattındaki tahayyülat durağının acı kaderini, yaman çelişkisini gözledi.

 

Hani şehirler insan ile abad olunan mekanlardı. ‘Hani şehirler de insanları ve mekanlarıyla yaşardı’. (Kahire Kitabı/F.Okumuş). Hani medenilik buralardan sorulurdu. Hani buraların insanı ayrı düşünce ve kanaatleri ile şehrin etrafında yüzen gezegenler gibiydi. Hani her gezegen ayrı bir konu, ayrı bir imkan, ayrı bir saadet vesilesiydi. Oysa kolları ve kanatları kırılmıştı bu insanların. Alfabelerindeki harflerin dişlileri birer birer kırılıp atılmış, kelimesiz kalmış, sessiz filmlere dönüşmüş birer zavallıydılar şimdi.

 

Binbir gece masalları bir gecelik komediye dönüşmüştü. Ne müsademe-i efkardan ne de barika-i hakikatten eser kalmıştı. Estetik kaygılar, görünürlük ve cerrahi müdahale kıskacında pre-robot bir dönem yaşanıyordu.  Parmak uçları ayrı olsa da kaşları, burunları, çeneleri, yanakları, saçları, basenleri ile aynı tornadan çıkmış robotumsular çoğalıyordu.

 

Puslu ve uğultulu bir zihin koridorundaki yorgun adımlarından sonra gözbebeklerinde büyüyen bir çığlığa açıldı mavi ve serin kapılar yeniden.

 

Şehrin esvabını çalmışlar da onun için çıplaktı cümle alem. Şehrin ahlakını çalmışlar da onun için birbirine yabancılaşmıştı tüm insanlar. Şehrin aklını çalmışlar da onun için tüm ağızlarda tekdüze kelimeler. Şehrin rengini çalmışlar da onun için koyu gri akıyordu çaylar, dereler. Şehrin mezarlıklarını çalmışlar da onun için kanalizasyonlardan ve rögar kapaklarından iskeletler taşıyordu. Neredeydi yeşil deryası ormanlar, neredeydi mitolojik senfoni cümle kuşlar…

 

Damarları kesilmiş bir vücut gibi debeleniyordu şehir. Ölüm hırıltısı duyuluyordu dört bir yandan. Bir kaya kütlesi gibi omuzlarında taşıdığı başı istikametsiz bir şekilde sağa sola sürükleniyordu. Gürül gürül akan çarşı pazara hangi meymenetsizin eli değmişti. Helvacısı, nalbantı, hasırcısı, semercisi,  çerçisi, ayakkabı tamircisi, radyocusu neredeydi?

 

Kim dikmişti bu akasyaları kaldırımların bağrına? Ölümü çağrıştıran bu ağacın tarihimizle bağı neydi? Ne olmuştu güllere, serin gölgeli söğütlere, hanımeli çiçeklerine?

 

Değil yumuşaklığı ile huysuz yanlarımızı içine çekerek bizleri rahatlatan yumuşak toprak, kösele ayakkabıların altında cızırdayan kum taneciklerine dahi hasrettik şimdi.

 

Bir eli cebinde diğeri serbest piyasa misali dolaştı durdu sokakları, caddeleri, mahalleleri. Saydı birer birer azalanları ve çoğalanları. Ekledi olmadı, çıkardı dolmadı. Ufukları ufuklara uladı tutmadı.

 

Korkuları ve endişeleri selam ile gideren bakışlar neredeydi? Yeşile, bahçeye, aileye, toplumsallığa vurgunun bilinçli bir ifadesi olan ‘Bahçelievler’ neredeydi?  Kurdun, kuşun, börtü, böceğin, çağa çocuğun doya doya kandığı çeşmeleri kim söküp atmış, Metan yaylalarının serinliğini sokaklarımıza buyur eden suları kim kurutmuş, zincirlere bağlı teneke tasları (Erzurum Yolculuğu/A. Puşkin) kim koparmış, Dengbejleri DJ’lerle kim değişmişti?

 

Kiraz çiçeklerinden rozetler yapan delikanlılar neredeydi? Kirazı küpe gibi kulaklarında taşıyan al yanaklı kızlarımızın yazmaları ne yana düşmüştü?

 

Bütün yolların kendilerine çıktığı mabetler hangi AVM’nin gölgesinde melül ve tenhaydı şimdi?

 

Mahalle düğünleri, Ramazan davulları, iftar topları, komşuluklar, bir tas çorba ikramları, ikindi çayları, hemşehrilikler, kirvelikler, mahalle arkadaşlıkları ne olmuştu?

 

Yatay mimariden dikey mimariye geçiş psiko-sosyal yapımızı bozmuş da boyu kısa emeli uzun adamlar mı tünemişti şehrin burçlarına. İyi adamlar güzel atlarına binip gitmişler de yetim ve öksüz mü kalmıştı şehir.

 

Tebessüm isimli Hızır sadakası çekildiğinden beru huzurdan yüzlerdeki merhamet isimli buseler, rahmet mimikleri adına ne varsa tükenmiş, donup kalmıştı sima coğrafyaları.

 

Oysa tek tipleştirmenin her türlüsü bozgunculuktu. Din, eğitim, mimari, sanat, şehir, sokak, ev, oda, divan asla tekleştirilmemeliydi. Tek tipleştirme geometrik düşünmenin sonlandırılmasıydı. Geometri bilmeyenlerin alınmadığı mekanlardan ‘geometrik düşünceye yasak’ menziline varmış olmak ne acı. Şimdi ancak evren havuzuna akan çokluk ırmakları yıkar ve paklardı bizi.

 

Çünkü şehrin mayasında insan vardı. İnsan emeği ile imar olmuş, ömre dönüşmüştü etraf. Altın sarısı buğday ekinleri misali bire yedi veren münbit bir tarlaydı şehir. Kendi mendereslerini çizip kaderinin kıvamını buldukça şehir; isimleri, bahçeleri, sokakları, kuyuları, kemerleri, kapıları, kaleleri, bentleri, mabetleri, meydanları, külliyeleri, mektepleri ile bir kimlik sahibi olunca bu kez kimlik vermeye başlamıştı şehir. Şiirlerin, hikayelerin, romanların, manilerin ilham kaynağı olmuştu. En kaliteli öyküler şehrin gölgesinde yazılmış, en içli türküler şehir yollarında söylenmişti. Düşünen insanlar şehirde yetişmiş, sorular şehirde gürbüzleşmiş, kalem hokkaya şehirde vasıl olmuş, asırlara ışık olan eserler şehirde yazılmıştı.

 

İyiliğin ve iyilerin süreklilik kazandığı, geçmişle geleceğin iç içe yaşayıp dinamik ideallerle yakın tutulduğu münbit mekanlardı şehirler.

 

Mekanı kadim kelimeler ile mayalayan insanın sonra dönüp mayalanmak için mekan tuttuğu ve kollarında emip emip büyüdüğü, aklın ayak izleridir şehirler...

 
Etiketler: “Şehir’dir, adım;, kimlik, alır,, kimlik, veririm.”, ,
Yorumlar
Yazarın Diğer Yazıları
22 Nisan 2025
'İNSANIN DÖRT ZİNDANI'
221 Okunma.
16 Mart 2025
ŞEBBİHALAR HER YERDE
352 Okunma.
09 Mart 2025
'BİR DEĞİRMENDİ BU DÜNYA'
232 Okunma.
08 Eylül 2023
Boşuna değildi boş olmayan hiçbir şey!
2530 Okunma.
17 Ağustos 2023
Köprüler ve Çamurlu Sular
2059 Okunma.
13 Temmuz 2023
Biriktirdiklerim-7-
1970 Okunma.
27 Mayıs 2023
Bingöl’ün Referandum Karnesi
2182 Okunma.
07 Mayıs 2023
Bingöl’de Genel Seçimlere Katılım Oranları (1950-2018)
1600 Okunma.
29 Nisan 2023
1920-2018 Yılları Arasında Bingöl’ü Parlamentoda Hangi Partiler Temsil Etti?
1284 Okunma.
24 Nisan 2023
Bingöl Yakın Siyasi Tarihinde Seçmen Davranışları (1939-2018)
1921 Okunma.
11 Nisan 2023
Siyasetin ‘Hayret’ Makamı Var Mıdır?
1768 Okunma.
05 Nisan 2023
Estetiğin Tükenişi Vicdanın Tükenişidir
1243 Okunma.
23 Mart 2023
“Ben de adayım”
1530 Okunma.
18 Şubat 2023
Şiirin Güncesi -11: “Ben Yokum”
1770 Okunma.
18 Şubat 2023
‘Cansız Bedene Ulaşıldı’ Ne Demek?
1135 Okunma.
18 Şubat 2023
“Ya Bu Defa da Seçilemezsem!”
1204 Okunma.
18 Şubat 2023
Biriktirdiklerim-6
1188 Okunma.
18 Şubat 2023
‘Konfor Ruhun Bataklığıdır’
1347 Okunma.
08 Kasım 2022
Engerek Soyu
1750 Okunma.
16 Eylül 2022
Masanın Ötesi ve Berisi Ya da Sosyolojimizin Metafiziği
3284 Okunma.
05 Eylül 2022
Tatlı Zehirli Sulara Alışanlar İflah Olmaz Mı?
1851 Okunma.
22 Ağustos 2022
Nazar Değmemiş Kapaksız Kitaplar
2612 Okunma.
02 Ağustos 2022
Libası İdrarlı Adamlar
2489 Okunma.
27 Haziran 2022
“Hayatın Anlamı” Nedir?
3763 Okunma.
21 Haziran 2022
‘Ey kötülük!’
2047 Okunma.
24 Mayıs 2022
Şiirin Güncesi 10: “Sonsuz ve Öbürü”
2855 Okunma.
05 Mayıs 2022
'Sıkıntı yok!'
2537 Okunma.
19 Nisan 2022
Düğümlere Üfüren Mühendisler Zamanı
2672 Okunma.
08 Nisan 2022
Bendeki Notlar 11: ‘Şehir Sineması’
2341 Okunma.
20 Mart 2022
Hakikate Tanıklık Nedir?
2419 Okunma.
03 Mart 2022
‘Tüm İnsanlığa Açık ve Ücretsiz Gösteri’
2665 Okunma.
09 Şubat 2022
Bendeki Notlar 10 “Kültür ve Sanat Merkezleri: Sinema, Kırtasiye, Park”
4288 Okunma.
13 Aralık 2021
Frankfurt'ta Bir Haşimi
6657 Okunma.
17 Kasım 2021
Nurettin Topçu’nun Gördüğü ‘Taşralı’
4412 Okunma.
09 Eylül 2021
Harf Eken Kelime Biçer
5630 Okunma.
24 Ağustos 2021
Bir Mütevazi Monologdan Arta Kalan Sualler
3496 Okunma.
24 Haziran 2021
Çekilin aradan, maradan...
5288 Okunma.
15 Haziran 2021
'Biraz da ben konuşayım'
4214 Okunma.
28 Mayıs 2021
‘Apaçık’ Şiir
4308 Okunma.
22 Nisan 2021
Kitaplar Dolusu Susmak...
3488 Okunma.
16 Nisan 2021
Zamanın İdrak Sarkacına Merhaba
3106 Okunma.
23 Mart 2021
Söz Düşerse Ne Kalır Geriye?
4480 Okunma.
18 Ocak 2021
Dayvun, Dayvun, Dayvuno / Day Qırbun Çımun Siyuno
11508 Okunma.
22 Aralık 2020
Biriktirdiklerim -5-
2376 Okunma.
10 Aralık 2020
Biriktirdiklerim -4-
2842 Okunma.
04 Aralık 2020
Biriktirdiklerim -3-
3014 Okunma.
30 Kasım 2020
Parayı Nereye Yatırmalı?
2824 Okunma.
26 Kasım 2020
Biriktirdiklerim -2-
3213 Okunma.
16 Kasım 2020
Biriktirdiklerim -1-
3288 Okunma.
19 Ekim 2020
Ne Zaman Reşit Olacağız?
4456 Okunma.
Haber Yazılımı